Modern Türkiye’nin Oluşumu Kitabı İncelemesi
Modern Türkiye’nin Oluşumu Kitabı İncelemesi
Feroz Ahmad, Hint kökenli bir Amerikan ve ünlü oryantalist Bernard Lewis’in yanında İttihat ve Terakki üzerine doktora tezi yapmış bir Türkiye tarihçisi. Yazar,Türkiye’nin Modernleşme sürecini dışarıdan bir gözle okuyabileceğiniz “Modern Türkiye’nin Oluşumu” adlı eserinde, İslama ve Müslüman toplumlara oryantalist ve tarihede Batıcı,Kemalist bir anlayışla yaklaşımının belirgin şekilde farkedilmesine rağmen, büyük ölçüde objektif kalmayı başarmış.Batıcı,Modern Türkiye’nin oluşumunda asker faktörüne özellikle vurgu yapan yazar,kitaba Türkiye askeri bir toplum mudur? Sorusuyla giriş yapar,ilk ciddi modernist çalışmaların asker kökenli İttihatçılar eliyle gerçekleştiğini vurgular.Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla başlayan sürecin yine İttihatçı kökenli Mustafa Kemal,İnönü,Fevzi çakmak gibi askerlerle devam ettiğini,bununda rejimin bekçisi ve laikliğin garantörü askerler eliyle her on yılda bir süregiden askeri darbelerle devam ettiğini ifade eder.
Modern Türkiye’nin oluşum sürecini belli bir kesinliğe veya bir olayın başlangıcına dayandırmayıp olayların arka planına ustalıkla inen yazar, Cumhuriyet’in kurucularının geçmişten tamamen kopma ve Osmanlı izlerini silme çabalarının tamamıyla mümkün olmadığını belirtip, Modernleşme sürecini Osmanlı’nın gerilemeye çare aradığı 18. Yüzyıla kadar götürür.Bilindiği gibi Osmanlı padişahları Batı karşısında üstünlüğü tekrar yakalamak adına ilk olarak orduda çeşitli modernleştirme çalışmalarına girişirler.Ancak her yenilik, karşısında bir tutucu sınıfı da oluşurur yazara göre.Nitekim Yeniçeriler ve Ulema 3. Selim örneğinde olduğu gibi bu ilk adımların önünde engel olurlar. Osmanlı 2. Mahmut’la sıkı bir yenilik dönemine girsede yapılan çalışmalar kısa vadeli sonuçlar verir. Yazar, “Başlangıçta Sultanlar Batı’nın giderek artan meydan okuyuşuna sadece modern bir ordu kurarak karşı koyabileceklerini sanıyorlardı.Ancak 19. Yüzyılda hakim sınıflar Batı’dan gelen baskıya direnebilmek için modern bir siyasal,toplumsal ve ekonomik yapı kurmak zorunda olduğunu gördüler….Bu,1839 ve 1856 imparatorluk fermanları ve 1879 anayasası’yla kısmen gerçekleştirildi.” der. Padişah’ın mutlak yetkilerinden vazgeçmesinide gerektirebilecek bu köklü değişikliklerin sözcülüğünü, Avrupa’ya gidip buradaki yaşam tarzından ve fikri akımlardan etkilenererek,bunları Osmanlı’ya taşımak isteyen bürokrat ve askerler yaptılar.Kitapta toplumu incelerken sınıfsal bir dil kullanan yazar,yenilikler karşısında sarayın,seçkin devlet zümresinin ve bu zümredeki bağlantıları sayesinde bürokratik veya askeri makamlar elde etmiş kişilerin tutucu tavır takındığını ,Alt-Orta sınıftan kendi emeğiyle yükselip yönetime ve elit sınıfa bir mecburiyet hissetmeyen kişilerin(İttihatçıların çoğu,mesela Enver Paşa bu sınıftandır) ise daha çok yenilik yanlısı olduğunu belirtir. Nitekim Avrupa’dan yetişen öğrenciler ülkelerine döndüklerinde hemen örgütlenmişler ve sırasıyla Jön Osmanlılar,Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Cemiyeti şeklinde yapılanmalar ortaya çıkmıştır. Jön Türklerin çalışmalarıyla Modernleşme daha geniş biçimde Batılılaşma şeklinde devam etmiştir.Osmanlı’nın her şeyiyle Batı’ya benzeyerek ilerleyeceğini sanan İttihatçılar Meşruti bir yönetim kurmayı başarmışlar ve Batıdaki gipi kapitalist bir ekonomiyle kalkınacaklarını düşünüp Japon örneğini izleyerek,gerekli gördükleri toplumsal sınıfları olan bir kapitalist toplumu Türkiye’de kurmaya yetecek ölçüde özerklik ve bağımsızlığı sağlamak için çalışmışlardır. Avrupa’nın hakim olduğu dünya sisteminin bir parçası olmak isteyen İttihatçılarin çalışmaları bekledikleri sonucu vermemiş, Balkan savaşlarının ömrünü geçici olarak uzatmasına rağmen Osmanlı’yı da kendisinide dağılmaktan kurtaramamıştır.
İTC’nin kör bir taklitçilikle ithal etmek istediği Liberal anlayışlar,Ulusçuluk,Demokrasi,Parlementer yönetim,Kapitalizm.. Gibi kurumlar ve kavramlar,Batının kendi tarihsel seyri içerisinde meydana gelen sınıf çatışmaları ve siyasal olaylar sonucu, Batılı halkların talepleri ile oluşmuştur.Batı’da toplumdan gelen bu talep bizde Batıcı elit aydınlar,bürokratlar veya daha sık olarak askerler eliyle gelmiştir.Bu halk talebinden/desteğinden mahrum oluş, yapılan çalışmaların jakoben ve dayatmacı bir niteliğe sahip olmasına neden olmuştur.Böylelikle Batıcılar toplumu yeni bir devletin toplumsal temelini oluşturacak bir sınıf yaratacak şekilde yeniden biçimlendirmeyi başaramamışlardır. Osmanlının dağılmasıyla Anadoluda Mustafa Kemal liderliğinde bir ulusalcı hareket filizlenmiştir.Yazar bu süreçte herkesin bağımsızlık için birleştiğini,ulusalcıların tutucuların desteğini sağlamak için islami söylemler kurduklarını belirtir. İmparatorluktan,Mustafa Kemal liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyetine geçiş Lozanla gerçekleşir.Eserde Lozanla ilgili ciddi bir detaya girilmez.Yazar islami devlet nosyonunun Mustafa Kemal ve taraftarlarına yabancı olduğunu,Türkiye,Kemalist imaja uygun biçimde yeniden oluşturulmadan önce,siyasal iktidarın gericilerin ve tutucuların elinden alınması gerektiğini, bunun için de Mustafa kemalin Cumhuriyeti ilan edip kendisini cumhurbaşkanı seçtirdiğini ve ulus devletin ruhuna ters düştüğü için Hilafeti kaldırdığını yazar.Laiklik,İsviçre medeni kanunu,İtalya ceza kanunu ve Almanya Ticaret kanunu alınarak getirilir ve islami kanunlar rafa kaldırılır.Artık Mustafa Kemal’in Çağdaş uygarlık seviyesinde ileri bir ülke kurmak için önündeki en önemli engelde kalkmıştır.Daha önce belirttiğimiz sebeplerle, jakoben olmak zorunda olan Batıcı devrimler sürecinde Mustafa Kemal, kendisine muhalif vekilleri ikinci meclise almamış,Faşist İtalya model alınarak kabul edilen bir iş yasası ile sendikal faaliyetler yasaklanmış,muhalif askerleri izmir suikasti bahanesiyle tasfiye etmiş ve kurdurduğu iki muhalif partiyide çeşitli sebeplerle kapattırmıştır.İcraatlarıyla siyasal bilimler literatüründe diktatörlükle özdeşleşen Mustafa Kemal,1935’te Nazi örneğinden yola çıkarak Chp ile devleti birleştiren tasarıyı kabul ettirir,yazarın deyimiyle böylelikle Kemalistler Türkiye’de bir parti diktatörlüğü oluşturma yönünde son adımı atmışlardır.
Tek parti diktatörlüğü altında Kemalist devrimler hız kazandı. Ümmetten ulus yaratmak amacıyla girişilen toplum mühendisliği ile toplumun geçmişle bağını kopartmayı amaçlayan harf inkılabı,Osmanlı’yı hatırlatan İstanbul yerine yeni kültür ve uygarlık yaratma arzusu olarak Ankara’nın başkent yapılması gibi değişikliklere gidildi.Modernleşme çalışmaları sosyal açıdan da devam etti.Batılı yaşam tarzı benimsenerek şapka kanunu çıkarıldı,Türk halk musikisi yasaklandı.Yazar, Mustafa Kemal’in fesi kaldırmasına rağmen Türk kadınını çağdaşlaştırmak adına peçeyi kaldırmaya direk cesaret edemediğini,bunun için öncelikle gittiği her yerde örtünmenin ne kadar aşağılayıcı olduğuna dair söylevler verdiğini belirtir.Kemalistlerin geleneğe direk saldıramasada geleneğin temellerini zayıflatmak adına Miss Turkey yarışmaları yaptıklarını,kent alt-orta sınıfının iffet taslamasını zayıflatmak için Dünya güzellik yarışmasına katılımı teşvik ettiklerini ve bu yarışmalarda birinci seçilen Keriman Halis gibi kadınların özgürlüğün sembolü haline getirildiklerini belirtir.Hükümetin Siyasi devrimleri köylülere ulaştırmak için kullandıkları eşraf ve yerli burjuvazi ile oluşturduğu işbirliği köylüler için yapılacak Toprak reformlarını engeller.Ancak 1930lardan itibaren uygulanan ekonomik kalkınma planlarıyla ekonomide bazı iyileşmeler görülür.İnönü döneminde de devam eden devletçi kapitalizmle oluşturulmaya çalışılan Türk sermaye sınıfı geliştirilmeye çalışılır.
Modern Türkiye kurulur kurulmaz Cumhuriyet sistemine geçilesine rağmen Demokrasi 1946’da gelmiştir.Fevzi Çakmak’ın desteğiyle Ebedi Şef Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı seçilen inönü,başa gelir gelmez kendisini Milli şef ve Chp’nin daimi genel başkanı ilan ettirmiştir.Siyasi açıdan Ebedi Şef döneminden pek farklı olmayan bir diktatörlük dönemidir Milli Şef dönemi. 1950’ye kadar iktidarda kalan inönü,dışarıda ikinci dünya savaşından faşist yönetimlerin demokrat yönetimlere yenilgisi ile Demokratikleşmenin dünya değeri olarak sunulması ve Türkiye’ye de dayatılması.İçte ise büyüyen özel sektörün devlet himayeciliğine katlanmak istememesi ve vergilerle bezdirilmiş halktan İnönü’nün deyimiyle kanlı bir ihtilal olabileceği endişesi Demokrat Parti’nin kurulmasına zemin hazırlar. Nihayet 1950’de DP başa gelir ve 27 yıllık CHP dönemi biter. Marshall Planı ile tarımda makineleşme sağlansa,Truman Doktrini ve yürütülen liberal politikalarla ekonomi başta iyi gitsede DP’nin orduya yönelik ıslahatları geciktirmesi,genç subayların ekonomik gidişattan rahatsız olmaları 27 Mayıs 1960’ta Cemal Gürsel başkanlığındaki kendisine Milli Birlik Komitesi diyen cuntanın darbesine neden olur. MBK tarafından kurulan MGK ve OYAK gibi yapılarla askeri vesayet kökleşir.Böylece artık devletin sahibi ve laik,kemalist rejimin bekçisi konumundaki ordunun yönetime el koyması geleneği başlar.
Yazar 1950 DP iktidarı ve 27 Mayıs 1960 darbesi sürecinden sonra sırasıyla 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini,bu darbelere zemin hazırlayan süreçleri siyasal,ekonomik ve dış gelişmelerle birlikte ele alır. Yazara göre Kemalist,Laik devrimler sonucunda ülkede iki ayrı kültür belirmiştir.Zayıf,halk desteğinden yoksun,ama etkin bir azınlığın büroksiyle birlikte anılan,Batılılaşmış,laik kültürü ve halk kitlelerinin İslamla birlikte anılan yerli kültürü.Ancak sert uygulamalarla bastırılan dindar kesim 1970lere kadar varlık gösterememiş.1968’de dünyayı saran öğrenci eylemleri Türkiye’yide etkilemiş ve ufakda olsa oluşan sanayi sektörüyle ortaya çıkan işçi sınıfınında altyapı oluşturmasıyla, siyasi arenada sol gruplar daha çok etkinlik göstermişlerdir.Yükselen sağ-sol olaylarıyla siyasal terör şiddetlenmiş,oluşan ortam 12 Mart darbesine gerekçe olmuştur.Solcular darbeyi desteklemelerine rağmen büyük bir baskıyla karşılaşmış partileri ve yayınları kapatılmıştır.
1973 seçimleriyle sosyal demokrasi siyasette revaç bulmuş.Kurulan CHP-MSP koalisyonu Kıbrıs harekatından sonra Ecevit’in harekattan oy devşirmek amacıyla erken seçime gitmesiyle son bulmuş.Bir sonraki 12 Eylül darbesine kadar Türkiye’de Milliyetçi Cephe Hükümetleri dönemi başlamıştır.Yazarın neofaşist diye adlandırdığı MHP’nin temel sebep olduğu siyasal terör eylemleri tekrar artmış,sadece bir yılda 2500 vatandaş öldürülmüş,sağ-sol kavgasına Alevi-Sünni provokasyonlarının eklenmesi ve Cumhurbaşkanının bir türlü seçilememesi gibi sebeplerle 12 Eylül 1980’de Kenan Evren liderliğindeki cunta darbe yapmıştır.Daha önce sıkıyönetimin varlığına rağmen, darbe sonrası sokak olaylarının kesilmesi olaylarda ordunun parmağı olduğu şüphelerini artırmıştır.Yazar da darbecilerin Kürt sorununu çözmeye yönelik adımlara karşı çıkmalarının, ileride bu sorunu darbe ortamı hazırlamaya malzeme olarak kullanmak istemelerine bağlanabileceğini söyler.Darbe yönetimi 1982’de yeni anayasa yapmış.Tüm siyasi partileri kapatmış ve siyasilere siyaset yasağı getirilmiştir.Bu boşlukta siyasi arenada Taşra kökenli bürokratlar belirmiş(Mesela Turgut Özal) Yine muhafazakar anadolu sermayesi ortaya çıkmış ve İslamcıların yükselişe geçtiği bir gidişat başlamıştır.Kitap Modern Türkiye’nin oluşumunu,yazıldığı tarih olan 1993’e kadar ele almıştır.
Kitabın sonuç bölümünde askeri vesayetin tekrar canlanabileceği yorumu yapılmış.Türkiye’nin nasıl bir gidişata sahip olacağı konusunda öngörülerde bulunulmuş.Hatta Kemalist mahallenin pompaladığı korkunun etkisinden midir bilinmez,yazar, gelecekte Türkiye’ye şeriatın gelip gelmeyeceğine kafa yormuş ve üzerinde geniş mülahazalarda bulunmuş.Yakın tarihe bakışınıza önemli katkıları olacağına inandığım bu kitabı bitirdiğinizde, Modernleşme veya Batılılaşmanın ,Türkiye’yi ve müslümanları Kapitalist Batı’nın açık pazarı haline getirmeyi hedefleyen siyasi,sosyal ve iktisadi bağımlılığı kolaylaştırdığını ve kurulduğu günden beri gerek başa getirilen diktatörler, gerek darbeciler eliyle Batı’nın boyunduruğunda tutulan,kendi değerlerine yabancılaşıp Batılı yaşam tarzını(bilim ve teknolojisininnin değil) ve paradigmasını benimsemenin fazilet olarak yutturulduğu tarihi tabloyu kafanızda daha net canlandıracaktır.